İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi

Koronavirüsün Ekonomiye Etkileri

Virüsten sonra ülke ekonomileri nasıl etkilendi?
Öncelikle ülkelerin buna hazırlıksız yakalandığını söylemek gerek. Aslında 2008 finansal krizinden sonra dünyada artmaya devam eden ve 278 trilyon USD’ye (dünya ekonomik büyüklüğünün 3 katı!) ulaşan borç sarmalı dünyanın finansal sisteminde büyük bir kırılma yaşanacağının sinyallerini veriyordu. Bu sinyalleri Prof. Vedat Akgiray hocamızın geçen yıl yazmış olduğu “Good Finance” kitabında tüm ayrıntılarıyla görebiliriz. IMF 9 Ocak 2020’de küresel ekonomik büyüme beklentisini %2,9’dan %3,3’e yukarı yönlü revize ettikten çok değil 2.5 ay sonra dünyanın bir resesyona girdiğini açıkladı. Kimse Çin’de başlayan bu salgının dünyaya bu derece hızlı yayılacağını, dünyanın içinde bulunduğu borç yükü, gelir dağılımında artan uçurum ve geçmiş krizlerden alınması gereken derslere rağmen tahmin edemedi. Belki de borç eksenli büyümenin oluşturması muhtemel finansal kırılmanın dünyanın dört bir yanına ulaşan bir virüsle başlayacağı kimsenin aklına gelmedi. ABD ve İngiltere başta olmak üzere ilk reaksiyonlar da hep bu virüsün grip benzeri bir etkiye sahip olacağı öngörüsü üzerinden çok yumuşaktı ve ne toplumsal yansımaları ne de ekonomik etkileri anlamında bir ön hazırlık yapılmadı. Ancak Çin’den sonra İran, İtalya, İspanya ve Fransa’yı şimdi de ABD’yi vuran ve son dönemlerdeki hızlı artışla ülkemizi de ciddi olarak tehdit eden bu salgın dünya ekonomilerinde ciddi bir daralmaya sebebiyet verdi. Şu anda ciddi bir resesyona girdiğimizi söyleyebiliriz. En iyi senaryolarda bile %4-5’lik bir daralmadan bahsetmek mümkün. Bu oranlar AB ve ABD için çok daha vahim. Borsada etkilenen sektörler açısından bakıldığında, Mc Kinsey’nin 25 Mart 2020 tarihli raporuna göre enerji sektörünün %48, havacılık sektörünün %44, sigortacılığın %33, otomotiv sanayiinin %32 ve lüks tüketim hizmetlerinin %28 değer kaybettiğini görüyoruz. Enerji fiyatlarındaki düşüşün arzın kısılmasıyla toparlanamayacağını çünkü ülkelerin daralan ekonomilerinde yavaşlayan üretim sebebiyle enerji talebinde de bir azalma olacağını söylemek gerek. Öte yandan gıda, hatta ilaç ihracatının yasaklanması bazı ülkelerin gündemine girdi bile. Rusya, Kazakistan, Ermenistan, Belarus ve Kırgızistan Haziran sonuna kadar gıda ihracatı yapmama kararı aldı. Tüketici ve ticari kredilerinde ilerleyen süreçte ciddi sıkıntı bekleyebiliriz, daralan hane halkı gelirleri sebebiyle takipteki kredi oranlarının artması ve birçok şirketin temerrüde düşerek ya re-finansmana ya da ilave krediye başvurması kuvvetle muhtemel. Otomotiv sanayii özellikle Çin’e bağımlı tedarik zinciri sebebiyle ciddi zarar görecek. Aynı şekilde tekstil sektörünü de benzer sorunlar bekliyor. Globalleşen dünyada bırakın ülkeden ülkeye seyahati aynı ülke sınırları içerisinde şehirden şehire seyahatin de yasaklandığı bir döneme şahitlik ediyoruz. Ulaştırma ve turizm sektörlerinde ciddi iflaslar beklemek mümkün. Bu yılı atlatabilenler ancak 1-2 yıllık bir zaman diliminde toparlanabilecektir diye düşünüyorum. Dünyada şu anda tedarik zinciri kırıldı, lojistik ve uluslararası taşımacılık oldukça zor bir döneme girdi. İşsizlik oranlarının hızla artacağı, bankaların yüklerinin fazlalaşacağı, toplumsal kaygıların büyüyeceği ve hükümetlerin ciddi olarak zorlanacağı puslu bir döneme girdiğimizi söylemek mümkün.


Türkiye için değerlendirme?
Türkiye virüsle geç tanıştı ancak süreç bizde çok hızlı ilerledi. Belki de diğer ülkelerde artan vaka sayıları ve can kayıplarına paralel olarak tedbirleri erken başlatabilseydik daha az etkilenme şansımız olabilirdi diyebiliriz. Ancak bunu şimdi söyleyebiliyoruz. Aslında ülkemizdeki ilk vaka görülmeden önce toplum olarak da – ki hala eksiklerimiz var – konunun vahametini çok kavrayamadık. Ancak bugün tablo böyle iken geriye dönük atılan veya atılamayan adımları tartışmak yerine bu süreçten en az hasarla nasıl çıkarıza odaklanmak bizlere daha çok fayda sağlayacaktır. Ülkemizin mali kaynakları sınırlı, birikimlerimiz gayrısafi milli hasılamıza göre yetersiz, borsamız ise çok derin değil. Son birkaç yıldır artan döviz kurları, enflasyon, işsizlik ve faiz oranları sebebiyle de hane halkı gelirleri ciddi olarak geriledi. Şu anda en çok etkilenen sektörlerin başında ulaştırma, turizm ve gayrimenkul sektörleri geliyor. Ulaşımın neredeyse durmuş olması sebebiyle ve büyük oranda döviz girdileriyle ayakta duran turizm ve gayrimenkul sektörleri oldukça sıkıntılı bir dönem geçirecektir. Öte yandan dün açıklanan ihracat ve ithalat rakamlarında ihracatın %18 düştüğünü, ithalatın ise %3 arttığını görüyoruz. Otomotiv satışları da Mart ayında yavaşladı ve Nisan ve sonrasında olumsuz etkileri daha net görebileceğiz. Sanayi kesiminin de çok ciddi yara alacağı bir döneme giriyoruz. Enerji fiyatlarındaki ciddi düşüş bu konuda dışa bağımlı ülkemizdeki cari açığı azaltıcı bir etki olarak gözükse de özellikle enerji ihracatçısı Rusya, Körfez ülkeleri, İran gibi ülkelerin ekonomilerindeki olası bozulmalar ülkemize gelebilecek yatırım ve döviz girdisi açısından olumsuz bir etki oluşturacaktır. Özetle yakın vadede ülkemizi işsizlik oranlarında artış, döviz kuru artışına bağlı olarak enflasyon ve faiz oranlarında artış, üretim ve ihracatta daralma, bankaların risklerinde artış, takipteki kredi oranlarında artış, yabancı yatırımcı tutarlarında azalma, turizm, ulaştırma, sanayi ve gayrimenkul sektörleri başta olmak üzere birçok sektörde ciddi hasarlar bekliyor. 

Hangi ülkeler daha çok etkilenecek?
Globalleşen dünyada bu süreçten etkilenmeyecek bir ülke yok gibi. Çünkü artık teknolojinin ilerlemesiyle tüm dünya birbirine bağlı. Ancak bu gibi kriz ortamlarında insanların aradıkları temel ihtiyaçlar; sağlıklarını koruyabilme ve gıda ihtiyacını sağlayabilmedir. Tarım ve hayvancılık alanlarında kendi kendine yetebilen, teknolojisi ilerlemiş, sağlık sistemleri oturmuş, sosyal devlet anlayışını uygulayabilen ve bu gibi kriz durumlarında kullanabilecekleri rezervleri olan (Norveç Varlık Fonu gibi) ülkeler diğer ülkelere göre daha şanslı. Bu çerçeveden bakıldığında sağlık sistemi sürekli tartışılan ABD, nüfusunun refah seviyesini koruyup geliştirebilmek için her yıl %6-7’nin üzerinde büyümek zorunda olan Çin, Brexit’le bir arayış içerisinde olan Birleşik Krallık, ekonomisi petrol ve doğalgaz fiyatlarına bağlı olan Rusya ve Körfez ülkeleri, turizm gelirleri ilk sıralarda yer alan İspanya, İtalya, Fransa, Türkiye ve Yunanistan en çok etkilenecek ülkeler arasında olacaktır. Aslında bu durum İtalya’nın beklediği yardımları almaması sebebiyle Avrupa Birliği’nin de kendi içinde birliği sorgulamasına yol açacaktır. 

Ülkelerin izlemesi gereken politikalar nelerdir?
Merkez Bankaları’nın açıkladıkları teşvik ve yardım paketleri yangını kısa vadeli olarak kontrol altına alabilir gibi gözükse de aslında yangının büyüklüğü, nerelere sıçrayacağı ve ne kadar süreceği bilinmediğinden tek başına yeterli olmayacaktır. Ülkelerin bu süreci şeffaf, sağduyulu, panik havasından uzak ancak bir o kadar da kuralları uygulayabilecek bir disiplinde yönetebilmesi gerek. Aşının bulunabilme, üretilebilme ve kitlelere ulaştırılabilme süreci, yayılmanın azalarak artması ve daha çok kişinin daha kısa sürede test edilerek genel tablonun ortaya konması belirsizliği azaltabilir. Bu süreçten sonra hasarın tespiti ve atılacak adımlar daha da netleşir. Ancak şu aşamada ülkelerin vatandaşlarını gerek fizik ve moral açısından gerekse finansal açıdan ayakta tutacak adımları atması gerek. Yani süreç insan odaklı yürütülmelidir. Örneğin Türkiye’de kısa vadede enerji, iletişim ve gıda maliyetlerini düşürmek, bu alandaki vergileri kaldırmak ve enerji maliyetinin bir kısmını üstlenmek, ülke içinde tedarik zincirini hızla hayata geçirerek başta gıda ve tıbbi malzemelerin kesintisiz ulaşımını sağlamak gerek. Aslında ülkelerin bir savaş zamanında seferberlik ilan ederken uyguladığı yöntemleri bu süreçte devreye alması gerekir. Çünkü çıkış sebebi ne olursa olsun içinde bulunulan durum dünyanın toplu olarak bir biyolojik savaşın içinde olduğunu gösteriyor. Yine Türkiye özelinde Varlık Fonu’nun altında kurulacak bir Müşareke Fonu’yla hazinenin nakit akış sorunu olan ancak ayakta kalması yüksek ihtimalli olan firmalara ortak olması, onları düzenli olarak takip etmesi ve bu hisselerin kriz sonrasında halk arz olarak sermaye piyasalarında işlem görmesi sağlanabilir. Bu durum firmalara yeni kredi vererek onları daha da borçlu hale getirmekten ve bankalara ek yük bindirmekten çok daha iyi ve olumlu sonuçlar verecektir. Bununla birlikte işsizliğin artmaması ve üretimin devam etmesi için ilk etapta öncelikli ihtiyaç olan ürünlerde iç tüketim odaklı bir politika benimsenebilir. Orta ve uzun vadede kalıcı çözüm ise gerek devletlerin gerekse şirket ve bireylerin aşırı borçlanmaktan vazgeçerek üretim-tüketim dengesini gözetmesi, paylaşım ekonomisine değer vermesi, empati duygusunun gelişmesi, ülkeler, toplumlar ve bireylerin gelir dağılımları arasındaki uçurumu kaldırması, ortaklık mefhumunun sadece toplumsal bir hareket olarak değil aynı zamanda bir iş ve hayat kültürü olarak benimsemesi ve tüketici toplumdan üretici topluma geçmesi ile mümkün olacaktır. 

Nasıl bir dönüşüm bekleniyor?
Şu anda ben de virüsün ekonomiye etkileri, virüsle nasıl mücadele edilmesi gerektiği ve sonrasında ekonomide ve toplumsal yaşantımızda oluşabilecek dönüşümle ilgili bir akademik makale yazıyorum. Dönüşüm aslında önce bireylerde başlar, bunun kalıcılığı da yine bireylerin, toplumların ve devletlerin bundan sonrası için mevcut yöntemlerden vazgeçmesi ve yeni düzene göre pozisyon almasıyla mümkün olur. Gününün büyük bölümünü dışarıda geçiren bir toplumdan dışarıda bir kahve bile içemeyen, restoranları kapanmış, evden adımını dışarı atamayan bir topluma dönüştük birkaç ay içerisinde. Online toplantılar, eğitimler, temassız kartlarla daha çok alışveriş, işi evden yönetme gibi kavramlarla tanıştık ya da daha önce tanışanlarımız bunu birkaç adım ötesine götürdü. Teknoloji bu dönüşümün anahtarı aslında. Halihazırda da teknolojinin gelişmesi sebebiyle birçok işimizi kolaylıkla halledebilir pozisyondayız. Dijital dönüşüm ve globalleşme hep birbiriyle paralel ilerleyen iki kavramdı. Yakın gelecekte globalleşme - en azından uzunca bir süre – tersine dönerken dijital dönüşüm daha hızlı bir şekilde gerçekleşecek. Dijital para birimleri, finansal teknolojiler, sonu “tech” olan birçok kavram hayatımızda daha da çok yer kaplayacak. Kapitalizm sorgulanmaya başlandı ancak çöküşü o kadar da kolay değil. Hatta virüsün etkisi kısa vadede yok olursa – ki temennimiz bu yönde – mevcut düzende bir değişiklik olmaz, ileride daha da büyük krizler doğurur. Ancak insanların akıllarına ve hayatlarına yeni olgular, kavramlar ve tarzlar girdi artık. Eskiden haftanın tamamını ofiste - ve bu sürenin belki de önemli bölümünü verimsiz- geçirmek zorunda olan çalışanlar uzaktan daha verimli bir çalışma düzenine geçecek. Büyük plazalar belki yerlerini paylaşım esaslı sanal ofislere bırakacak, insanların sosyal mesafe algıları satın alacakları evlerin mimarisine ve büyüklüğüne yansıyacak, tatil anlayışları, temizlik kavramları, alışveriş kültürleri – online alışverişler de ciddi olarak artacak – değişime uğrayacak, savunma sanayinin sadece askeri silah üretmek olmadığı görülecek ve biyolojik savaşlara karşı tıbbi cihazların daha da geliştirilmesi gerekecek. Tüm bu süreçler bazı mevcut iş alanlarını yok ederken beraberinde yeni iş alanları oluşturacak. Özetle koronavirüs sonrası hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, belki de bu dönüşüm dünyada yeni bir çağın başlangıcı olacak.
 

Dr. Levent SÜMER, PMP, MRICS
İstinye Üniversitesi Öğretim Üyesi